Gençlik dönemlerimizin belirli zamanlarında, içimiz içimize sığmaz fırtınalar koparırdık.
Hayatımızdaki geçip giden zamanın geçmeyen zaman olarak zanneder, bir türlü gelmesini bekleyip de gelemeyen zamanın ise gelmeyeceğini düşünüp öyle algılardık. İçimiz içimize sığmaz, bir şeyler yapmak isteyip de yapamadığımızda da etrafa saldırır, bir şeyler yapmak istercesine kendimize deşarj yolları arardık. Hemen büyümek, serpilmek, gelişmek ve bütün isteklerimizde ki hakimiyetin kendimizde olmasını isterdik. Gençlik yılları bizim deli dolu olduğumuz yıllardır. Bazen hatalar üzerine hatalar yapıp ve yaptığımız hataların farkına varamamamızın sonucunda da, üzülmeye başlar, suçunu da kendimizin dışında her şeyden aramayı seçerdik. Aslında doğru düzgün bir hedefimiz de olmazdı aklımız bir karış havada olduğu için. Ya da çok azımızın, küçük yaşlarda çizdiği hedef doğrultusunda ve zaman ilerledikçe, hedeflerine ulaşmak için bir şeyler yapmaya çalıştığını ve bu doğrultuda yol aldığını söyleyebiliriz. Bir gerçek de vardı ki, her genç insanın yüreğinde, her şeye rağmen yaşama dair direnecek bir gücü vardı. Hayatı iyi ya da kötü yaşamış olsa da ve hayat kişiyi yıldırsa da o yılmazdı. Çünkü ümidini, umudunu beklentilerine karşılık yitirmez, enerji dolu olurdu hayata karşı.
Kimimiz de sevdalarımıza en güzel çiçeklerden buketler yapardık, kalbimiz yerinden fırlayacakmış gibi. Kimimiz ise sevdiğimize gizli gizli, inceden inceye en iyi şiirler, en iyi nağmeler yazardık içimizi dökmek için. Nöbet tutardık belki de ulaşmaya çalıştığımız sevdalarımıza. Haksızlığa yüreğimizden kılıç yapardık.
Herkesin yaşama türküsü, şarkısı farklıydı belki. Bazen toplumsal bir emeğin karşılığını almak, bazen de yürekten birini sevmekti… Kimi zaman platonik aşk idi hayatımızın bütün zamanında hiç bitmeden yer alan. Duygu karmaşasının içinde, kendimizden emin olduğumuz bir şey vardı ki, o da sevmenin güzel bir duygu olduğuydu. Belki bir kediyi renkleriyle sevmek, belkide bir köpeği hırçınlığıyla. Hatta farklı açan bir çiçek, değişik değişik olan bir böcek ve ya kanadı kırık bir kuş.
Sevdalanmak vardı bir de birine…. Onu içten sevmek. Tutkuyla, ölesiye sevmek. Yüreğin çarparcasına, ama karşılık beklemeden sevmek, yani kimi zaman platonikçe. Farklıydı hayatlar ve zalim yaşamların getirdiği kırılgan güçler.
Eskiden töreler, gelenekler ve görenekler çok yaygın ve olmazsa olmazlardandı. Hayat çizgileri ona göre planlanır, ona göre şekil alırdı. Bir çocuk daha doğmadan onun adına töreler işlerdi. Doğduktan sora ise bu olgu yine onun adına devam ederdi. Mesela beşik kertmesinin uygulanması gibi. Aileler kaderini çizmişti, minicik konuşma bilmeyen bebeğin. Onun için o daha küçükken, töreye göre kimi seçti ise aileleri onunla evlendirilmeye mecbur bırakılmıştı.
Başka bir örnek vermemiz gerekirse; eskiden, ülkemizin bazı yerlerinde, annemiz babamızla evlendirilmek ve ya evlenmek istediklerinde, evlenecekleri kişiler beklide hiç birbirini görmemiştir. Karşısına nasıl birinin çıkacağını hiç bilmeden, hiç tanımadığı biri ile bir hayat paylaşmak zorunda olacaklardı. Belki de alışkanlık olmuştu onlar için bu töre. Kızlar ve ya erkekler gençlik zamanlarında, evlenecekleri dönemi ise, bir başka şekilde hayal etmek isterlerdi. Eski hayaller bile bir başka idi. Köylerinden başka hiçbir yere gidemeyen aileler ve ya kızlar hayatlarını orada tamamlardı, taa ki evlendiği güne kadar. Hayatın bu zalim pençesinde yaşadıklarını karşı ve yaşayacaklarına karşı, kırılgan da olsa güçlü ve sabırlı davranmayı tercih etmek zorunda kalmışlardı. Tercihleri arasında pek fazla seçenek olmasa da, o gücü kendinde toplamayı küçük yaştan itibaren öğrenmeye başlamıştı. Çünkü annesi ve babası da aynı şeyleri yaşamış ve geriye gidildiğinde, nesiller, uzun süre böyle gelmiştir günümüze. Hayata karşı olan güçler hep kırılgan ama sabırlıdır. Hayat sabırlı olmasını öğretmiştir. Tutundukları ve tutturdukları ipler hayata karşı sağlamdır. Ne zelzele koparır ne de deprem, Ama yıpratmıştır kendisini hayat.
Çok çocuk, iyi bir tarla ve güzel ürün iyi yaşama sebeplerinden biri idi. Aslında hayatta istenenlerin bir bölümü. Yani çocuklar büyüyecek, tarlalarda çalışacak ve işler çabuk bitecek düşüncesi, hem dönemimizin hem de geçmişin düşüncelerinde bir kaçı.
Zaman değişti. Çocuklar da büyüdü. Ne tarla kaldı ne saban. Ellerde birer telefon, evlerde bilgisayar falan, saymakla bitmez. Nesiller çatışmaya başladı eğitim farklılıklarından ve düşünce uyuşmazlıklarından dolayı, bir önceki nesille. Günümüzde bir kısmı kalsa da, uygulansa da töreler, çoğunluğunun yerine, modernleşme ve teknolojinin de gelmesi ile birlikte, törelerin gelenek ve göreneklerin öneminin yitirdiği bir zaman dilimi aldı. Nesiller okumaya, gerçekleri görüp uygulamaya başladı. Eğitim ve öğretim, basın ve medya yolu ile yaygınlaştı. İnsanların hayatlarındaki geleceğe yönelik seçimleri çoğaldı. Köyünden dışarıya çıkamayan genç kızlar ve genç erkekler artık şehir dışında ve hatta yurt dışında bile eğitimlerinin tamamlamaya başladılar. Bilinçli aileler ve bireyler oluşmaya başladı. Geçmişten günümüze gelişen teknolojiye karşılık, geri kalmış bazı gelenekler ve görenekler, karşı karşıya geldi.
Burada kısa bir not düşmek isterim. Bütün gelenek ve görenekler yanlış değildir, aynı zamanda bütün gelenek ve görenekler doğru da değildir. Gelişen ve zamana ayak uyduran gelenek görenekler doğrudur. Aileye ve topluma karşı saygı ve sevgiyi barındıran ananelerin ve getirdikleri düzenli durumlarının doğruluğunu hiçbir şekilde yabana atılmamak gerekir. İnsanlar kendisine ve çevresine saygılı olduğu süre içinde mutluluğu yakalayabilir. Saygısız bir toplumun temel taşları yıkılmıştır. Ayakta durması zordur. İnsanlar birbirlerini saygı çerçevesinde sevmeye başlar ve devamını getirirler. Tıpkı hiç birbirini görmeden evlenen anne ve babalarımızın birbirlerine duydukları saygı gibi. Kendisinden sonra gelecek olan nesillere bırakacakları en büyük mirastır, sevgi ve saygı. Temelinde doğruluğun yer aldığı ananeler ömür boyu hayatın her alanında önemini yitirmez ve geçerliliğini korur.
Buna rağmen günümüzdeki gençlerden kimileri hayat karşı donanımlı büyüyor, kimi gençler ise içi boş, eğitim ve öğretimden nasibini almadan, çevresine zarar veren bir kişilik alarak büyüyor. Gelişen zamandan nasibini almış, karakteri bozuk değil ise ve iyi olguları hayatına örnek almaya ve uygulamaya devam ediyor ise, tabi ki de çok iyi ve faydalı büyür. Eğer zamanı kendi eğlenceleri uğruna boşa geçirmiş, kitap okumayan, araştırma yapmayan ve ya araştırma yapanı engelleyen, hayatı dalgaya alan kişiler, doğal olarak hayatı boş geçirir ve içi boş bir insan olur geleceğine umutla bakamaz.
Tecrübe dediğimiz olgu insanda kişilikle birlikte olur. Kişilikleri sağlam olmayan insanlarda hayata karşı tecrübe ve ustalığın oluşması çok zordur. İnsanların emekleri sonucunda tecrübe oluşur. Tecrübeler bilinçli ise hayata tutunma gücü o derce artar. Güçte kırılganlık çok fazla olmaz. Hayata emin bakar ve çizdiği yol sağlam, verimli ve örnek olur.
İnsanın insana vereceği en güzel destek, kişinin etik kurallar çerçevesinde olan isteklerini yerinde, doğru zamanda olması gereken ihtiyaçları doğrultusunda yardımcı olması, o kişinin doğru kararlarına katılması ve o doğrultuda destek olmaya çalışmasıdır. Atalarımız boşuna dememiştir. “Komşu komşunun külüne muhtaçtır.” Çünkü: insanın ve ailenin toplum içindeki mutluluğunda yaşadığı çevrenin büyük etkisi olduğu bilinen bir gerçektir. İnsan, gerek iş gerek toplumsal yaşamda yakınlarıyla komşularıyla ve ya yakın arkadaşlarıyla ilişki içindedir. . En sıkışık zamanlarımızda hayatımızda ki gücümüzün kırıldığını, çaresiz kaldığını hissettiğimiz dönemlerde komşularımızın desteği ve yardımı bizi rahatlatır. Hayatımızdaki eksikleri bazen başka kişilerden karşıladığımız ihtiyaçlar doğrultusunda tamamlarız, eksik olan ve bizde olmayan ve o anda çok gerekli olan bir şeyi, yakın bulduğumuz kişilerden isteriz.
Çünkü en yakınımızda komşu diye nitelediğimiz ve yakın arkadaş dost bildiğimiz komşularımız vardır. Komşularımızla, arkadaşlarımızla ve yakınımızdakilerle iyi geçinmeli; onlarla bağlarımızı güçlendirmeliyiz. Hayata kırılgan güçle bakmamalıyız.
Unutmayalım ki İnsanlar toplumla özdeşleşir. Yalnızlık ise Allah’a mahsustur.