Bireyin kendine olan inancı, kendinin farkında olması, dış dünyadan bağımsız olarak kendi gücüne güvenmesi, bir anlamda içsel bir özgürlük kazanmasıdır. Bu yeti, sadece kimseye ihtiyaç duymamakla değil, aynı zamanda öz benliğini derinlemesine tanıyıp, onu en verimli şekilde kullanabilmekle ilgilidir. Sosyal ilişkiler, her insanın doğal bir gereksinimi olsa da, bazı durumlarda insanın kendine yetebilmesi, yalnızca başkalarından değil, kendi içsel gücünden beslenebilmesidir. Böylesi bir yetkinlik, bir tür içsel erdem ve disiplin gerektirir. Kendini bu düzeye getirebilmiş bir insan, hayatta sadece başkalarından değil de, aynı zamanda kendi düşünce ve duygularından da bağımsızdır. O insanın yaşamındaki temel dayanak, dışsal etkenlere değil, kendi içindeki dengelere dayalıdır. Kendine yetebilen insan, aslında her şeyi kendi içsel muhasebesine göre değerlendirir. Beklentilerden uzak, kendi kararlarını kendi veren ve kendi yolunda ilerlemeyi bilen biridir.
Friedrich Nietzsche, bu konuyla ilgili der ki,
“Kendi yolunu bulmak, başkalarının yolunu takip etmekten çok daha değerlidir.”
Kendi yoluna bakan insan, kendini ne üstün, ne de aşağıda görür; insanları sınıflandırmak, ona göre anlamını yitirmiş bir uğraştır. Herkesin birer insan olduğu gerçeği, onun gözünde eşitlik, samimiyet ve dürüstlükle şekillenir. Kendine yetebilen bir insan, hayatın zorlukları karşısında asla mızmızlanmaz, sorunlarını başkalarına yüklemeden, kendi iç gücüyle çözme yoluna gider. Çünkü karşılaştığı her şeyde ona bir öğretinin olduğunun farkındadır.
Asla başkalarından çıkar ve beklenti içinde olmaz, çünkü bu onun için bir yaşam felsefesidir. Samimiyetsizliğe, her türlü yapmacıklığa tahammülü yoktur; çünkü kendine yetebilmek, insanın içsel dürüstlüğüyle örtüşen bir olgudur. Gerçekten kendini bilen biri, çevresine karşı son derece dikkatli, nazik ve saygılıdır. Nezaketi, sevgiyi ve saygıyı anlamak, onun içsel değerleriyle doğrudan bağlantılıdır. O, hayatın her anını büyük bir kanaatle yaşar, ve bu kanaat, sadece dışsal varlıkları değil, içsel bir huzuru da vardır.
Bu insanlar oldukça hayatı basitleştirir; fazlalıklardan uzak durur, ve sahip olduğu her şeyin kıymetini bilir. Modern dünyanın koşuşturmasında kaybolmuşken, o kendi içinde bir denge bulur. Kendine yetebilmek, bir tür içsel sadeleşme ve bu sadeleşme ile mutluluğun yollarını arar. İnsan, yalnızca dışsal zenginliklere değil, içsel zenginliğine odaklanmalıdır. Bu, geçmişin yüklerinden ve geleceğin belirsizliklerinden bağımsız olarak, her anın değerini bilmek ve ona sahip çıkmaktır. Kendine yetebilen insan, her olayı bir fırsat olarak görür, olumsuzlukların içinde dahi bir iyilik arar ve umutsuzluğa düşmek yerine her durumda umut taşır.
Çünkü o, hayatın hepimiz için geçici bir yolculuk olduğunun bilincindedir ve bu yolculukta en değerli şeyin kim olduğumuz, hangi amaçla ilerlediğimiz ve aradığımız anlamı keşfetmek olduğunu fark eder. İçsel huzura ulaşmanın getirdiği güzelliklerin farkında olmak, gelişim göstererek nicelikten çok nitelikli bir yaşama sahip olduğumuzu anlamak, gerçek zenginliktir.
“Kendine yetebilmek, sadece bir bağımsızlık, benlik meselesi değil, aynı zamanda insana dair güzel bir erdemdir. Bu erdem, insanın içsel özüne dönmesi, kendi gücünü ve potansiyelini keşfetmesidir. Hayatın her anında, içsel dinginliğimizi bulmak ve bu huzur içinde tüm dünya ile uyum içinde yaşamak, gerçek mutluluğa giden en büyük yoldur.”