Gıda Teknikeri Ali Çardak ile gıdanın algoritması üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Çardak ile gerçekleştirdiğimiz röportajımız Batman Medya Gazetesi farkıyla sizlerle..
* Değerli hocam, siz gıda tekniği alanında toplumumuzdaki nadir kimselerdensiniz. Gıda bilinci tüm dünyada olduğu gibi bizim toplumumuzda da artıyor. Hazır Batmana geldiniz, bu konularda sizin değerli görüşlerinize başvurmak istedik.
– Biz insanlar bu dünyadan değiliz….
* Yani uzaylıyız diyorsunuz (gülerek).
– … Semavi dinlere göre kayıtlar yedi-sekiz bin yıllara dayanır ve cennetten kovulan, çamurdan yaratılmış bir babanın ve onun kaburga kemiğinden yaratılan annenin çocuklarıyız. Bilim ve gen araştırmacılarına göre ise geçmişi on beş ila yirmi milyon yıl öncesine dayanan ve evrimleşerek ve değişerek gelen aslında birkaç insan türünden biriyiz. Bazı aktivistlerin hayal gücüne inanırsanız da milyonlarca ışık yılı uzaklıktaki gezegenlerden getirilip gelişmeleri için dünya denilen gezegene bırakılan bir canlı türü insanlar.
Hangisi doğru olursa olsun tek gerçek bu dünya yaratıldıktan sonra buraya gönderildiğimiz. Dünyada yaşayan tüm canlılar kendinden bir canlıyı geride bırakırken genlerinde kodlanmış öğretilmiş gerçeklikle doğuyorlar ve hayatlarına çok kısa denilecek sürede adapte olup hayatlarını yaşamaya devam ediyorlar. İnsan türünün dünya gezegenine tam olarak adapte olup tek başına hayta kalma becerisine sahip olması ise yıllar alıyor.
İnsan türü bir önceki kuşağın öğrendiğini bir sonraki kuşağa yazılı veya görsel olarak aktarmaz ise o bilgi ve beceri o kuşakla beraber yok olup gidiyor. İşte bu bilgi aktarma gerekliliği bizim dünya gezegeninde hayatta kalmamızı ve daha uzun süre yaşamamıza neden oluyor.
Önceki kuşakların beslenmede ve hayatta kalmada gösterdiği beceri de aktarıldığı için bugün insan türü daha uzun yıllar hayatta kalmanın yolunu bulmuş ve daha uzun yaşamanın arayışı içinde. Dünya gezegeninde insan türüne zarar teşkil etmeyen gıdalar azaldıkça insan türü bunun benzerlerini ya da daha farklı olanlarını üreterek beslenme problemini ortadan kaldırmayı hedefliyor.
* Peki siz ve meslektaşlarınız bu konularda ne tür çalışmalar yapmaktasınız?
– Son elli yılda her yenilebilir olanı insanın hizmetine sunmak için mücadele veren beslenme mühendisliği bazı zamanlarda beslenmeden çok; gıdayı yöneten dünyayı yönetir mantığı ile hareket ettiği için, İnsan türünü hayatta tutmaktan çok beslenme dürtüsünü ortadan kaldıracak gıda mühendisliğinin peşinde. Gıda üreticileri daha kolay ulaşılır ve daha ucuz varlıklarla elde edilecek gıdalar üretmeye yöneldiği için; İnsan türüne faydadan çok nihayetinde ona zarar verecek üretimlere de fırsat vermeye başladı.
* Gıda üreticileri bu konuda ne kadar bilinçli ve iyi niyetli?
– Hiç de masum niyetler taşımadan sadece maddi kazanımların hedeflendiği gıda üretimleri, silahsız ve dünyada en çok insan türünü yok eden bir terör örgütü halini aldı. Bu örgütün en büyük propagandası insan türünün duygusal zaafını kullanmak olmuştur. Beslenirken farklı görünme dürtüsü başkasından üstün olma isteği beslenmeden çok görsel bir şova dönüşmesine yol açtı.
İnsan türünün beslenme ve uzun süre hayatta kalma isteğini kullanan mühendislikler onların bu duygusunu kullanarak daha çok bu alanda sömürülmelerine neden olmuştur.
Dünya gezegeninin dörtte üçünü kaplayan ve bunun sadece yüzde beşinin içilebilir olduğu su dahi insan müdahaleleri sonucunda faydadan çok insana zarar verir hale gelmesine neden olmuştur. Bu gün ülkemizde altı yüzden fazla ruhsatı bulunan ve üçte ikisi aktif olan ambalajlı su işletmeleri doğal haldeki suya kullandıkları işlemlerle onları sağlıklı birer besin olmaktan çıkarıp insanı tehdit eden birer saatli bomba haline getirmektedir.
Ambalajlı suların Sağlık Bakanlığı’nın izin verdiği ozonlama sırasında suda bulunan brom elementini, Ozon gazı bromata dönüştürerek birer zehirli su haline getirmektedir. Bu gazın kullanım amacı suda bulunan radyoaktifleri veya zararlı elementleri okside ederek etkisiz hale getirmek olsa da esas kullanım amacı üreticiye mali külfetler yükleyen mikro organizmaları yok etmek için kullanmalarıdır. Bromata uzun süre maruz kalan insanlarda böbrek kayıpları ki bu özellikle yaşlılarda ve çocuklarda rastlanır. Kan türevi kanserlerin oluşumuna kadar varan zararı nedeniyle ozonlanmış suyun tüketilmesi büyük bir risk oluşturur. Bu zararın yasal mercilerce bilinmesine rağmen belli mikro gramlarda olduğunda zarar oluşturmadığı dünya sağlık örgütü tarafından belirtildiği için. O oranın altında üretilen suların tüketilmesinde sakınca görülmemiştir.
Bu suların oluşturduğu riski bahane eden su arıtma cihazı satıcıları da fırsattan istifade yaptıkları görsel şölenler ile sağlıklı suyun arıtılmış su olduğunu iddia edip aslında insanın en çok ihtiyaç duyduğu kalsiyum elementini sudan uzaklaştırmak suretiyle suyu sağlıklı olmaktan çıkarıp insana zarar verir hale getirir.
Peki, bu nasıl gerçekleşir; İnsan vücudu belirli pH değerinde olmayan hiçbir gıdayı bağırsaklardan emilimine izin vermez. İçinde bulunan kalsiyumu aldığınız suyu içtiğinizde mide gerekli ölçümünü yapar ve eğer su gerekli pH da değilse veya aldığınız gıda bu pH aralığında değilse vücut bunu dengelemek için kendisinde bulunan kalsiyumu kullanmaya başlar, bunu da en kısa yoldan kemiklerden sağlar. Siz vücudunuza suyla veya başka bir besinle eğer kalsiyum almazsanız vücut bunu karşılamak için kemiklerinizi eriterek sağlar. Yüksek kalsiyumlu suların tüketilmesi gelişmiş ülkelerde özellikle istenirken bizde tamamen minerallerden arındırılmış olan suyun kullanımı alışkanlık haline gelmiştir. Vücudun pH dengesi 7 olarak bilinir.
* Peki suyu nasıl tüketmeliyiz?
En çok ihtiyacımız olan suyu nasıl tüketmeliyiz… Doğadan çıktığı haliyle mikro organizmalardan arındırmak suretiyle tüketmemiz yeterli. Özellikle şehir şebeke sularında bulunan klor elementinin zararlı olması bu sularda bir arıtma ihtiyacını ortaya koysa da kullanılan klor değeri inan vücuduna zarar vermeyecek ama suda bulunan mikropları öldürecek düzeydedir.
Doğru şekilde mikroplardan arındırılmış olan şehir şebeke suları en sağlıklı ve kullanımı en doğru olan sulardır. Su kaynatma cihazlarında biriken kireç tortuları bu suların ne kadar zengin kalsiyuma sahip olduğunun da göstergesidir. Müdahale edilerek tüketime sunulan suların birer sağlık düşmanı olabileceği göz ardı edilmemelidir.
* Geleneksel gıda saklama yöntemleri için ne diyeceksiniz?
– Bugün taze veya kurutularak tüketilen meyvelerin bu şekilde kullanımı, eski çağlardan beri alışılagelmiştir bir yöntemdir. Daha çok kazanma hırsı ve sahip olma duygusu bu gıdaların uzun süreli fiziksel ve biyolojik bozulmasını önlemek için bazı mühendislik işlemlerinden geçirilmesini gerekli kılmıştır. Bunlar başlıca sularının kaynatılarak, yüksek şekerli sıvılar haline getirilmesi ya da kükürt dioksit ile muamele yapılarak dayanma sürelerinin uzatılması ihtiyacı.
Meyve şıralarının geleneksel yöntemler ile saatlerce kaynatılması esnasında şırada bulunan meyve asidi, yine şırada bulunan şekeri parçalayarak ısının etkisiyle tepkime oluşturuyor. Sonuç Hidroksi Metil Furfural (HMF) denilen çok yüksek düzeydeki kanserojen maddenin oluşması. Defalarca yapılan inceleme ve analizlerde bölgelerden alınan ve geleneksel yöntemle yüksek ısıya maruz bırakılan tüm meyve şıralarının bu sinsi kanserojen, maddelerin standartların kat be kat üstünde olduğu tespit edilmiştir.
Adına ister pekmez deyin ister yoğunlaştırılmış yâda meyve özü bu yöntemlerle elde ediyorsanız bu sinsi zehri oluşturup insanlara sunuyorsunuz demektir.
Bu şıraların daha düşük sıcaklıklarda vakum altında suyunun uzaklaştırılarak kıvamlarının arttırılması bu tehlikeyi ortadan kaldırıyor. Halk arasında fabrikasyon diye kullanılan deyim aslında bu ürünlerde hayat kurtarıyor.
Özellikle kurutulan ürünlerin mikrobiyolojik bozulmalarını önlemek yâda daha parlak ve saydam görünüm sağlamak amacı ile kullanılan kükürt türevleri, kanserojen bir özelliğe sahip olup İnsan türünün yüksek dozlarda alımında çok büyük solunum yolu ve sindirim sistemi zararlarına neden olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Sadece parlaklık ve gıdanın rengini korumak amacının dışında, doğal haliyle kurutulanların da uzun süre dayandırılması için kullanılan kükürt türevleri evimize ve vücudumuza kendi isteğimizle aldığımız başka bir zehirdir.
Bu gün artık hiç de yabancısı olmadığımız gıda zehirlenmeleri mikrobik olmaktan uzak kimyasal kalıntılardan yaşanmaya başlanması, İnsanın daha çok üretme hırsının can kayıplarına neden olmaya başladığının başka bir göstergesidir.
* Peki bu doymabilmezlik ve açgözlülük sonucu insanoğlunu ve dünyayı ne bekliyor diyebiliriz?
– Bu gezegene ait olmayan insanın binlerce, milyonlarca yıldır adapte olma çabası ne kadar gayret etse de başaramadığı bir süreçtir. Binlerce yıl önce yaşanan gıda ihtiyacı ve bunun sonunda yaşanan olumsuzluklar ile bugün yaşanan olumsuzluklar aynı özelliği taşıması bunun göstergesidir.
Bilim insanlarının, İnsan türünün doyma hissini yemeye başladıktan yaklaşık on beş ila yirmi dakika içinde gerçekleştiğini söylüyor. Bu süre içerisinde önüne ne gelirse sorgulamadan dişleriyle ezme hazzını yaşayarak mideye indiren insan yediklerinin içinde kendisine fayda sağlayacak besinlerin miktarını ve çeşidini bilerek tüketmelidir.
Dört yüz gram ette alacağı proteinin sadece aslında kendisine bunun 250 gramlık kısmının lazım olduğunu, diğer kısmın aslında damar tıkanıklığı ve aşırı vücut yağlanmasına neden olacağını bilmesi daha az tüketerek daha sağlıklı beslenmesini sağlar. Yirmi beş yaşında yetişkin bir erkeğin seksen beş kiloda ihtiyacı olan protein miktarı Altmış beş gram kadardır ve bunu da iki yüz gram kırmızı etten ve iki bardak soyadan alabilir. BU örnekleri istediğiniz kadar çoğaltıp çeşitlendire irebilirsiniz. Tüketmeniz gereken kadarını tüketmek, vücudumuzu yormayacağı gibi gerekli beslenmeyi de sağlayacaktır.
* Peki bu satranç tahtası bilinçli olarak mı kuruluyor?
– Toplum mühendisliği daha önceden ihtiyaçlara göre satış algoritmaları oluştururken şimdi sizin ihtiyacınız olduğu algısı üzerine satış algoritmaları oluşturuyor. Bunun için de fink attığımız interneti kullanıyor. İnternette geçirdiğimiz her saniye içerisinde sisteme yazdığınız ya da çağrıştırdığınız kelimeleri tuşladığınızda size ilginizi çekecek birçok gıda reklamı gösteriyor. Bu gıdaların reklam yapılış şekilleri ve toplumun belirli kesimi tarafından ilgi görüyor olması ihtiyacımız olmasa da o ürünü alma ve beslenme isteği oluşturuyor.
Bizim en büyük düşmanımız beynimiz….
* Düşman derken? Dost olabileceği kadar düşman mı?..
-… Biz ona hükmettiğimizi ve yönettiğimizi düşünsek de asıl o bizi yönetir ve taleplerini karşılamamızı ister. Sigara kullanan bir bireyin her 15 dakikada bir nikotin alma isteği ve ilk nefeste yeterli gelen nikotin miktarının, sigara belirli bir ücret karşılığı alındığı için israf etmeme duygusuyla daha fazla tüketilmesi. Aslında günlük nikotin ihtiyacının yenecek bir porsiyon patlıcan yemeğiyle fazlasıyla alınıyor olması ama bunu beynin kolaydan kandaki nikotin ihtiyacını karşılama isteği ile insana bu yöntemin zormuş gibi algılatması.
* Toplumumuzdaki kimi insanların yemek öğünlerini üçten ikiye düşürdüğünü görüyoruz, en sağlıklısı hangisi?
– Gün içerisinde tek öğünle veya iki öğünle beslenme ihtiyacı karşılanacakken sistemin mutlaka üç öğün beslenilmesi gerektiğinin diretilmesi ile insanların birer gıda çöp öğütücülerine dönüşmesine neden olmuştur.
Bizim en bencil olan organımız beyin sürekli ihtiyacı olan yağı depolaması için vücuda komutlar verir. Beslenmeye ara verdiğimizde, diyet yapmayı düşündüğümüzde bize sanki vücuda çok büyük bir zarar veriyormuşuz gibi kana salgılattığı etil alkol ile dermansız ve beslenmeye ihtiyacımız var algısı uyandırtır. Bu algı bizim daha çok yememize ve tüketmemize neden olur.İnsan dışında tüm canlılar genlerinde kodlanmış olan gıdalardan başkasını tüketmez. Tükettiğinde bunun kendine zarar oluşturacağını bilir. İnsan türünün beyninin her bireyde farklı çalışması ve her bireyin kendine has bir özelliğinin olması beslenme alışkanlığının bir sonraki nesle aktarılmasını engeller.
Yetişkin olana ve kendi kararlarını verme yaşına gelene kadar aile büyükleri tarafından kendi alışkanlıkları ile beslenen insan türü, birey olduğunda bu alışkanlıklarının birçoğunu devam ettirir. Beslenme alışkanlıklarının yöreselleşmesi hatta her ülkenin kendi beslenme algoritmasının olması, O ülkelerin ihtiyaç fazlalarını başka ülkelere satmalarını sağlar. Bu satışlar ve aktarımlar sırasında da üretildikleri ülkenin toprak mineral ve mikro element yapısındaki sahip gıdaların gönderildikleri ülkelerdeki insanlara, üretildikleri ülkenin insanına sağladıkları kadar fayda sağlamaz.
Bırakın ülkeyi aynı ülkedeki farklı bölgelerde yetişen ve imal edilen gıdaların dahi aynı mineral ve mikro elemente sahip olmadığını görürüsünüz. Bunun en bariz örneğini Ülkemizin her bölgesinde üretilen balın farklı özellikler göstermesi hatta aynı ilin sınırları içinde farklı noktalarda da yaşandığını görürsünüz. Bu farklılık Gıda pazarlaması yapan sosyal tolum mühendisleri tarafından da reklam amacıyla kullanılır.
Açlık hissinin giderilmesi sırasında bu işi harika bir ritüele dönüştürmek sağlıklı ve doğru beslendiğimiz anlamına gelmiyor. Beslenmemiz esnasında pişirdiğiniz gıda ne kadar kaliteli ve besleyici olursa olsun kullandığımız katkı ve pişirme yöntemleri bu besini bir anda tamamen atılması gereken posa durumuna getirebiliyor. Kullanılan yağ, baharatlar ve pişirme şekli besleyici olmaktan çıkarıp zararlı bir besin haline gelmesini de sağlayabilir.
Bu gezegene sonradan gelip adapte olmaya çalışan insan türü beslenme adına önüne ne gelirse tüketmek ve çocuklarına tükettirmek yerine doğru beslenme ve tüketim yöntemi ile hem kendi ekonomisine hem de içinde yaşadığı toplumun ekonomisine fayda sağlamış olur. Gerektiğinden fazla tüketmek insan türünün hiç karşılaşmadığı sağlık durumları ile yüzleşmesine, vaktinden önce iflas eden organlar nedeniyle de erken zamanlarda ölmesine neden olmaktadır.
* Sonuç olarak ne söyleyebilirsiniz?
– Değer verdiğimiz ve sevdiğimiz insanlarla daha uzun süreler birlikte olmak istiyorsak ve kazanımlarımızın, bizi sağlıklı olarak hayatta tutmak yerine bizlerin yaşam kalitesini bozmasını istemiyorsak sorgulayarak tüketen bireyler olmamızın zamanı çoktan geldi de geçiyor. Tüm semavi dinlerde ve diğer inanışlarda insanın kendi bedenine eziyet etmesi ve zarar vermesi yasaktır. Bu yasağa uymak, bizlerin daha sağlıklı ve uzun süre kendi türümüzle birlikte yaşamamıza imkân sağlar.
(Röportaj: Cîhanê Ḥesûnî)